Ana içeriğe atla

İlkokulun kız çocukları yavaş yavaş eksilince tükendi kalbim

Tükendi kalbim yalnızlıktan değil; kalabalığım çokça… Hissiz bir kalabalık… Kimliğini kaybetmiş bir şehrin göbeğinde kalbim tükendi ve kalabalıktım tükenirken yalnız da değil… Kaldırımlarda yığınla adım günü çoğaltıyordu öğleden ikindiye… Hepsi tanıdık, hepsi dünyalı, hepsi şaşkın… Bu insan seline bu caddeler ezelden beri alışkın… Kelimelerin, gözyaşının, dostların, acının ve neşenin tükenmesine tanık olunabilir; oldum da… Fakat kalp nasıl tükenir… Ben ünlü piyanistin oğlu, sokak çalgıcısı Aziz anlatayım nasıl ve neden bir kalp tükenir erkenden…Küçükken babamın çalışma odasından gelen piyano sesleri ile büyüdüm ve merak saldım müziğe… Olanaklar sağladı ailem ve ruhumun sığınağı kemanla büyüdüm… Babacığım hep derdi Aziz iyi bir müzisyen olacağını düşünüyorum… Ama öyle olmadı… Keman ruhumun sığınağı oldu sadece; çaldım, sığındım yani; ama kalbimden hep bir doktor olmak geçiyor; kalp bu, onarmak istiyor; onarmak, iyileştirmek, ömür dağıtmak… Ömrü Tanrı bağışlıyor tabi ama hekimler Tanrı’nın yeryüzündeki şifa melekleri; bir hasta kurmuştu bu cümleyi bana… Sizin kanatlarınız yok ama bir meleksiniz biliyor musunuz?... Bu, mutluluk verici ve ağır…İlkokulun kız çocukları yavaş yavaş eksilince tükendi kalbim1993 senesinin haziran ayında Siirt’e atanırken 25 yaşımda gencecik bir doktordum ve yarın dolu, amaç, inanç, umut dolu... İşte bu demiştim kendime, işte bu… Şimdi sıra bende, şimdi gösteri başlıyor… Siirt’e elli kilometre uzaklıkta çoğusu kayalıktan oluşan çöl misali bir köyde gösteri… Yetinmek… Yetinebilmek… İlk altı ay… Sonrasında gördüklerimi şu an bile anımsamak istemiyorum… Şu an İstanbul’un kalbi sayılan İstiklal Caddesi’nde ruhları esir insan kalabalığına kemanım ile fısıldıyorum… Fısıltı… Olması gereken bu, bağırmakla olmaz… Neyi mi fısıldıyorum… Unuttukları ve dinlemedikleri kalplerinin sesini… Gülmeyin bana, her gün öyle yapıyorum… Dönüp bakan bir çift göz dileniyorum, bir çift göz… Bir ikisi ile göz göze geliyorum, kısacık… Kim bilir belki de fısıltımı duymuşlardır…Altı ay sonrasında gördüklerimden bahsedeyim, kalbimin tükenişinden… Bir ocak ikindisi… Kısacık süren bir ikindi… Köyde hasta ve yaşlı kadınları muayene için çantamı aldım ve köyün meydanına doğru yürümeye başladım… Uzaktan davul zurna sesleri… Şaşırdım ve merak dolu adımlarla meydanı dolduran kalabalığa yaklaşınca bir düğün olduğunu anladım… Bu şimdilik çok güzel… Ne de olsa köyün okumuş adamıyım, düğün sahibini bulup tebrik etmek gerek… Sora sora düğün sahibini buldum, yanına vardım, köyün ileri geleni Derviş Bey… Bu evli değil miydi ama… Daha geçende on bir yaşındaki kızını ocağa getirmişti, kızamık olmuş… Tamam diyorum sonbaharda askerden gelen oğlu evleniyor galiba…Tükendi kalbim yalnızlıktan değil; kalabalığım çokça… Hissiz bir kalabalık… Kimliğini kaybetmiş bir şehrin göbeğinde kalbim tükendi ve kalabalıktım tükenirken yalnız da değil…Derviş Bey hayırlı olsun oğlanı mı evlendirdin… O sırada Derviş Bey kısacık bakıyor bana ve hoş gelmişsin hekim bey geç otur diyor. Yok, muayeneye çıktım, hayırlı olsun deyip yoluma devam ediyorken yanındaki küçücük kız çocuğunu görüyorum… Ablasına mı heveslendi bu küçük hanımefendi böyle beyazlar içerisinde diye soruyorum Derviş Bey’e… Hekim Bey kaç kez uyardım bana bey deme diye, ağa de ağa… Ben bu köyün ağasıyım… Ya sabır diyorum içimden ve küçük kızla, Mihriban’la göz göze geliyorum… Seni yaramaz, sen de evlenirsin bir gün diye düşünürken yoluma devam ediyorum… İki adım atmamışken ardımdan bir fısıltı… Aziz Abi, doktor abi kurtar beni… Doğru mu duydum diye geriye dönüyor ve Derviş Bey’in yanına geliyorum… Bu çocuğun ablası nerde Derviş Bey… Ne yapacaksın ablasını, yoksa sen de ona mı göz koydun… Duyduklarıma inanamıyorum ve tekrar soruyorum… Nerde bu çocuğun ablası… Ve hani oğlun nerde, damat yani…Tutturdun bi abla diye, tamam azıcık paraya kıyarsın ablasını da sana ayarlarız… Mihriban’a bakıyorum ve o cümleyi tekrar duyuyorum… Kurtar beni hekim abi… Tanrı’m!... Bu ne şimdi… Öfke ile Derviş Bey’e dönüyor ve bu düğünün gelini hani nerde diye soruyorum… İşte burdadır Hekim Bey, Mihriban… Beynimden vurulmuşa dönüyor ve şakayı bırak Derviş Bey diyorum. Ne şakası Hekim Bey damat da benim… Peygamber sünnetidir yerine getirelim dedik… O anda bu adamın suratına okkalı bir yumruk savurmamak için kendimi zor tutuyorum… Sen çıldırdın mı Derviş Bey bu çocuk daha on bir yaşında… Kaymakama söylerim seni, mahkemeye veririm; bu nedir böyle... Dilediğin yere şikâyet et Doktor Aziz, bu bizim geleneğimizdir; bu bizde böyledir, kimse karışmadı… Bu nasıl gelenektir, nerden geliyor, kim getirmiş bu saçmalığı diyorum, gülüyor Allah’ın cezası adam… Orasını fazla karıştırma, bak ablası da güzeldir ha….O anda o kahrolası yerden Mihriban’ı kurtaramıyorum… İşte orda o kısacık ikindide kalbim tükendi… Katlandığım iki yıl boyunca gördüklerimden kalbim tükendi… Ertesi gün köyün okuluna gidip öğretmen hanıma durumu anlatıyorum, ilk etapta gözlerini kaçırıyor… Sibel Hanım diye hiddetle ismini söyleyince görmek istemediğim bakışı ile “Çok çaresizim” diyor… İki yıl sabrediyorum bu köydeki saçmalıklara iki yıl, bunu da belki bir şeyleri düzeltebilirim diye… Olmadı, düzeltemedim; sadece şu oldu: Kalbim tükendi…Tükendi kalbim yalnızlıktan değil; kalabalığım çokça… Hissiz bir kalabalık… Kimliğini kaybetmiş bir şehrin göbeğinde kalbim tükendi ve kalabalıktım tükenirken yalnız da değil…İkinci yılın nisanında istifamı verip İstanbul’a dönüyorum… Hiçbir şey anlatmıyorum aileme… Baba sen haklıymışsın, ben keman çalmak istiyorum deyip kemana sığınıyorum ruhumla… Kalbim tükendi çünkü… Öğretmen Hanım “çok çaresizim” derken tükendi kalbim, Mihriban’ı kurtaramadığımda tükendi, saçma bir gelenek devlet görevlisi bir doktordan daha güçlü olunca tükendi, Derviş Bey “ağa” olunca tükendi, ilkokulun kız çocukları teker teker eksilince tükendi, elim kolum bağlı İstanbul’a adeta kaçarcasına dönerken tükendi, o kısacık ikindide Mihriban’ın mavi gözleri arkamdan ağlarken tükendi… Tükenmek… Sene 2022… Tükenmek bitmiyor ah… Keman çalıyorum ben 54 yaşımda İstiklal Caddesi’nde… Sanata sığınıyorum bir de kısacık da olsa gözlerime bakan bir iki çift göze… Fısıldıyorum… Tükenişimi... Duyun lütfen…Yazar: Züleyha Palo #çocukgelin #kızçocuğu #kızçocukları #tükendikalbim
https://haberton.com/ilkokulun-kiz-cocuklari-yavas-yavas-eksilince-tukendi-kalbim/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'de kuduz vakaları: Risk artıyor mu?

Türkiye'de kuduz vakaları: Risk artıyor mu? Bitlis’te başıboş köpeklerin ısırmasının ardından kuduz tanısı konan 10 yaşındaki Mustafa Erçetin hayatını kaybetmişti. Veteriner Hekim Mehmet Kızılinler, ülkeyi derinden etkileyen olaya dikkat çekerek kuduz vakalarına karşı uyarılarda bulundu. Eskişehir’de Veteriner Hekim Mehmet Kızılinler , kuduzun bütün memelilerde görülebilen viral bir hastalık olduğunu ifade etti. Ülkemizde yaban hayatı kaynaklı vakaların sık görüldüğünü belirten Kızılinler, “Kuduz, hayvan hastalıkları arasında en riskli rahatsızlıkların başında gelmektedir. Son zamanlarda farklı hastalıklar gündeme oturduğu için bu tür vakalar gündemden düştü. Dolayısıyla halkımız kuduz hastalığı konusunda bilinçsiz kaldı” dedi. Türkiye'de kuduz vakaları: Risk artıyor mu? Hayvanlarda kuduz belirtilerini aktaran Kızılinler, “Hırçınlık, ağızda salyalanma, saldırganlık, sinir sistemiyle alakalı aşırı hassasiyet, sığırlarda aşırı bağırma gibi belirtiler kuduz hastalığını işaret ed

Yeni medya ve geleneksel medyanın farkları

Yeni medya ve geleneksel medyanın farkları hakkında Prof. Dr. Süleyman İrvan ile bir söyleşi gerçekleştirdik.. Geleneksel medya ile yeni medya kavramları son dönemlerde adını en çok duyduğumuz kavramdır. Her gün saatler geçirdiğimiz yeni medya ve geleneksel medyanın farkları her gün biraz daha açılıyor. Geleneksel medyayı özetlemek gerekirse.  Geleneksel medya:  Tek yönlü iletişim sağlayan dergi, televizyon ve gazete gibi iletişim araçlarının bütününe verilen isimdir. Kısacası geleneksel medya sesli ya da yazınsal basını kaplayan araçların tümüne verilen isimdir Yeni medya ise: Yeni Medya ya da bir diğer deyişle dijital medya , bilgisayar ve internetin kullanılarak oluşturulan ortamlara verilen isimdir. Yeni medyada iletişim tek yönlülükten çıkmakta ve çift yönlü iletişime geçmektedir.  Özellikle z kuşağı dediğimiz nesil ile yeni medya kelimesini daha fazla duymaya başladık. Gelişen teknolojide medyalardan haber alma şeklimiz bile değişti bu söyleşide vatandaş gazeteciği, eski medya y

Turgay Tanülkü'nün hikayesi! Gerçek baba kimdir?

Turgay Tanülkü'nün hikayesi! Gerçek baba kimdir? Gerçek baba kimdir? Doğurtup bakmayan mı? yoksa kendi çocuğu olmadığı halde sahip çıkan mı? Mavi cezaevi arabası Ulucanlar Cezaevi'ne yaklaşırken zaman 1970'i gösteriyordu. 17 yaşındaki mahkum 7 yıl sürecek cezaevi hayatına başlamak üzereydi. Bundan sonra olacaklar hem kendisinin hem de birçok insanın kaderini değiştirecekti. Gün akşama kavuştu. Kapılar sürmelendi. Karavanadan payına düşen çorbaya baktı. Daldı gitti uzaklara. TURGAY TANÜLKÜ'NÜN HİKAYESİ! Bu öyķü gerçek bir babanın hayat hikayesidir. Bu öykü Turgay Tanülkü 'nün hikayesi. 1953 yılında doğar, Turgay Tanülkü. Babasını küçük yaşlarda kaybeder. Annesi çamaşır yıkayarak geçimlerini sağlamaya çalışır. Fakat ne mümkün. Hayat zordur. Fakirlik vardır. Birde gençlik BABA NE DEMEK? Sırtını yasladığın dağ. Güven duygusu. Korkmamak Ama öyle olmaz. Yetiştirme yurdu, arkasından da cezaevi....Turgay'ı zor günler beklemektedir. Cezaevinde yaşadığı olaylar tüm den