Seni "ruhu anne kadar" olan tüm kadınlar biliyor ve seviyor…Şimdi sizlere çok saygın bir hikâye anlatacağım. Tutun kalbinizi, hatta hassasiyetiniz çoksa elinizi kalbinizin üzerine bırakın ve öyle okuyun lütfen... Belki üzeceğim, özür dilerim…
Seneler önce bir facebook sayfasında bir fotoğrafa denk geliyorum… O fotoğraf görsel olarak burada, metnin her yerinde, bakın ve beni anlayın lütfen… Lafı uzatmadan hemen anlatayım…
Resmi gördüğüm yıllarda burslu olarak yurt dışında herhangi bir ülkede master yapma hakkı kazanmıştık Halide ile beraber. Halide’ye çok yalvardım lütfen benimle gel, Afganistan’a gidelim ve bu fotoğraftaki kızı bulalım. Çıldırmış olmalısın sen Münevver dedi sadece ve geldi yine de… Bu fotoğraftaki çocuğun gözlerinin altındaki gölgeli hüznü yanına gidip defetmeliydim…
Kalbim bunu çok istiyordu, anne kalbim… Kim çekmiş bu fotoğrafı, kalbi nasıl dayanmış… O fotoğrafçıya ulaştım, sordum ve çocuğun yerini öğrendim. Fotoğrafı çeken kadın bana şöyle demişti ah: Münevver Hanım savaş bu çocukların tebessümünü çalmış, gül dedim ve bastım deklanşöre; ortaya böyle bir resim çıktı… Ağlamaya başladı kadın; anlıyorum dedim, güçlükle teşekkür edip kapattım telefonu, kapatmak zorunda kaldım…
Uçağımız Kabil Hava Limanı’na indiğinde saat gece 02.00 idi. Hemen bir otele gittik Halide ile beraber ve biraz uyuduk. Ertesi sabah çokça soğuk ve aydınlık bir güne uyanmıştık. Çabuk ol, çabucak ye, lütfen çabuk dediğim arkadaşımla alelacele bir kahvaltı yaptık. Acele etmeli idik çünkü o fotoğraf aklıma geldikçe insan kalbim utançla doluyordu, anne kalbim… Adresi biliyordum.
Seni "ruhu anne kadar" olan tüm kadınlar biliyor ve seviyor…
Halide ile beraber adrese doğru yola çıkıyoruz. Birkaç kişiye bir iki soru sorduktan sonra adresteki sokağa geliyoruz. Ben ve Halide etrafa dikkatle bakarak ilerliyoruz. Her adımda belki de şimdi karşıma çıkacak hissi ile heyecanla etrafa bakıyorum. Öyle de oluyor; iki metre ilerde bir kız çocuğu elinde bir poşetle beraber ilerliyor, içerisinde ekmek var… Heyecanlanıyor ve Münevver sakin olmalısın diyorum kendime. Halide bak, işte burada diyorum arkadaşıma. Yavaşlıyor ve işaret ettiğim yöne bakıyor. Ve sonrası…
Çocuğun yanına yaklaşıyoruz. Anında ürküyor ve ben bir şey yapmadım, ekmek aldım sadece ve hemen şimdi eve gideceğim diyor. Anlıyorum, bizi Taliban falan zannediyor herhalde ve Taliban Afganistan’da tüm kız çocuklarının dışarı çıkmasını yasaklamış…
- -Hayır, hayır; biz seni görmek için geldik.
- -Beni mi, neden, siz beni tanıyor musunuz?
- -Evet tanıyoruz, seni görmek için geldik ve korkma bizden, bak silahımız yok.
- -Ama annem evde bekliyor, gecikmemem lazım.
- -Tamam, biraz konuşmamıza izin ver ve birlikte evine gidelim.
Başını evet anlamında sallıyor ve ben de hemen diz çöküyorum önünde, sokak çamur ama umrumda değil. Böylelikle o güzelim gözlerini yakından görüyorum. Sıkıca sarılmak da istiyorum, hadi lütfen gül demek de istiyorum, senin bir fotoğrafın beni çok üzdü demek de istiyorum, sen bu dünyadaki en harika şeysin demek de istiyorum… Gözlerinin rengine yeşil demek haksızlık olur, güzel demek de haksızlık olur. Yeşilin ve güzelin ötesinde bir renk, bir masumiyet… Bilmem, kelime üretemedim, cennet gibi bir şey desem sanırım o da az kalır…
- -İsmin ne senin, lütfen söyler misin?
- -Leyla.
- -Aaa çok güzel bir isim...
- -Senin ismin güzel değil mi?
- -Benim ismim Münevver; bilmem belki güzeldir, güzel mi?
- -Bilmem, güzel galiba.
- -Ellerini tutmama izin verir misin Leyla?
Seni "ruhu anne kadar" olan tüm kadınlar biliyor ve seviyor…
Başını evet anlamında sallıyor yine ve yere bakıyor. Uzanıp ellerini tutuyorum, o minik ve soğuk elleri… Kalbim ellerimde sanki, iyice kavrıyor ve ısıtmaya çalışıyorum minicik ellerini. Başını kaldırıyor hemen ve konuşmaya başlıyor:
- -Sen de mi annesin?
- -Nerden bildin?
- -Annem hep böyle ısıtır ellerimi.
- -Benim de bir kızım var ama sen ondan daha güzelsin, biliyor musun?
- -Ben güzel miyim?
- -Evet, çok güzelsin. Sen bu dünyadaki en harika şeysin! Umutsun sen…
- -Umut ne demek?
- -Sen demek işte, sen umutsun!
- -Nasıl yani?
- -Yani umut “yarın” demek, işte sen de bu dünyanın yarını, en güzel yanısın…
Mahcubiyetle başını yere eğiyor yine. Çok istiyorum gülümsesin, o fotoğraftaki hüznün gölgelediği yüzü silinsin aklımdan ama bir türlü gülmüyor. Sonra dayanamayıp söylüyorum:
- -Leyla, gülümse, hadi gülümse…
- -O ne demek?
- -Yani gülmek demek, gülmeni istiyorum...
- -Yani ne yapmam lazım bilmiyorum gerçekten, gülmek ne demek?
Kalbimde bir yer cız ediyor, ediyor gerçekten… İçim kıyılıyor… Her çeşit küfür doluyor aklıma bu çocuğun gülüşünü çalanlara… Dönüp en başından beri bizi dinleyen Halide’ye bakıyorum çaresizce. Halide ellerini yüzüne kapatıp uzaklaşıyor oradan, anlıyorum… Ah benim realist, enerjik arkadaşım, dayanamadın değil mi? Ama içimizden birinin soğukkanlı olması lazım. Sonra kendimi zorluyor ve konuşmaya devam ediyorum:
- -Leyla, gel seninle bir şey deneyelim.
- -Tamam, ne yapacağız?
- -Şimdi ben sana sarılacağım, sen de bana, izin verir misin?
Utangaç bir yüzle başını yere eğiyor, işte o anda hemen sarılıyorum Leyla’ya, o da bana sarılıyor; bunu o minicik ellerini boynumda birleştirdiğinde anlıyorum. Sanırım bir dakika öylece kalıyoruz. Sonra kollarından tutup ellerini buluyor hemen o anda yüzüne bakıyorum. Yüzünde tıpkı o resimdeki gibi bir tebessüm. Hayır, görmek istediğim bu değildi. Gülmüyor… Sonra onun umut olduğunu düşünerek, yarın olduğunu düşünerek, gülmem gerektiğini düşünerek kendimi zorluyor bir kahkaha atıyorum ve mucize gerçekleşiyor… Gülüyor Leyla benimle beraber… Cennette çiçekler açıyor sanki…
- -Bak, işte gülmek bu Leyla ve bu sana çok yakışıyor. Ben bu gülüşünü görmek için geldim…
- -Bu çok güzel bir şeymiş Münevver Anne. Ama benim annem hiç gülmedi ki…
- -Sana sarılmadı da mı?
- -Sarıldı.
- -Tamam, işte tam o anda gülmelisin.
- -Babam şehit olurken sarıldı, ağlıyordu; abim şehit olurken sarıldı, ağlıyordu; küçük abim şehit olurken sarıldı, ağlıyordu; kız kardeşim şehit olurken sarıldı, ağlıyordu; evimiz bombalanırken sarıldı, ağlıyordu… Gülmek ne güzel şeymiş Münevver Anne…
- -Benimle Türkiye’ye gelmek ister misin, kızım olmak?
- -Hayır!
- -Neden?
- -Annem yalnız kalır.
- -Ama burada yaşamak çok zor, okuturum seni, güzel bir hayatın olur.
- -Hayır, bırakmam annemi.
Bu minik kalbin kocaman anne sevgisine hayranlıkla saygı duyuyorum o anda. Sonra etrafa bakıyorum. Halide elinde çikolatalarla geliyor, gözleri ağlamaktan kızarmış.
- -Halide Anne de senin gülüşünü görebilir mi Leyla?
Halide elindeki çikolataları Leyla’ya uzatırken gülüyor Leyla, dünya güzelleşirken Halide’nin de yüzüne rahat bir ifade yerleşiyor. Sonra çantamdan o resmi çıkarıyorum, ağlarken gülümsemeye çalıştığı resmi…
- -Bak bu sensin ama buradaki duruşun beni ve tüm Türkiye kadınlarını çok üzdü.
- -Tüm Türkiye kadınları beni biliyor mu?
- -Evet, seni “ruhu anne kadar" olan tüm kadınlar biliyor ve seviyor.... Çok güzel güldüğünü tüm Türkiye kadınlarına anlatacağım…
- -Halide Anne sana sarılabilir miyim?
Lütfen ağlama bakışı fırlatıyorum Halide’ye ve sarılıyorlar… Sonra elinden tutuyor ve evine doğru ilerliyoruz Leyla’nın. Annesine önce Leyla seni çok seviyor diyorum, benimle Türkiye'ye gelmeyi kabul etmedi. Umutsuz bakışlarına bir memnuniyet yerleşiyor annenin, o güzel annenin…
Sonra benimle beraber Türkiye'ye gelin diyorum, rahat bir hayatınız olur... Hayır diyor kadın. Neden diye soruyorum.
-Çünkü çocuklarım ve eşim burda!
-Ama onlar öldü...
-Ama burdalar...
Anlıyorum, müthiş bir saygı ile başımı eğiyorum...
Seni "ruhu anne kadar" olan tüm kadınlar biliyor ve seviyor…Şimdi sizlere çok saygın bir hikâye anlatacağım. Tutun kalbinizi, hatta hassasiyetiniz çoksa elinizi kalbinizin üzerine bırakın ve öyle okuyun lütfen... Belki üzeceğim, özür dilerim…
Hemen o anda annesine Leyla’nın okuması için ne gerekiyorsa yapacağımı söylüyorum. Afganistan’daki master eğitimimizi tamamlayıp Türkiye’ye dönüyoruz. Her yıl ve her ay Leyla’ya burs gönderiyorum ve Leyla da mail adresime eğitimini başarı ile sürdürdüğünü yazıyor hep. Bir gün bir mail alıyorum Leyla’dan:
- -Münevver Anne Amerika’da bir üniversitede burslu okuma hakkı kazandım. Bu, en çok da senin sayende. Söyle, senin ve tüm yaptıkların için ne yapmalıyım?
- ---Gül Leyla, dünyadaki tüm anne kalplerin mutlu olması için sadece gül, bu sana çok yakışıyor… Sen bu dünyadaki en harika şeysin…..
Şimdi bir savaş oluyor yanı başımızda, Ukrayna’da; gülüşü eksik, hüznün gölgesinde kaybolmuş çocuklar bırakacak geride bu savaş… Ey beyler Tanrı sizi affetmeyecek, tüm çocuklar da ve tüm dünya kadınları da… İzlemek zorunda kaldığımız bu savaşa ve size lanet olsun!
(Bu metni okuyan sevgili okur eğer bu fotoğraf, bu çocuk hakkında bilgi sahibi isen lütfen bana yazar mısın, biyografinin altındaki Instagram simgesine tıklayarak bana ulaşabilirsin)
Yazar: Züleyha Palo
#afganistansavaşı #çocuklar #savaş #savaşveçocuklar #ukraynarusyasavaşı #ukraynasavaşı
https://haberton.com/seni-ruhu-anne-kadar-olan-tum-kadinlar-biliyor-ve-seviyor/
Yorumlar
Yorum Gönder